Türk tarihinin en büyük ihanet ve kötülüğü: FETÖ

Amiral Cem Gürdeniz

Gündem Yayın: 15 Temmuz 2021 - Perşembe - Güncelleme: 15.07.2021 10:56:44
Editör - Administrator
Okuma Süresi: 19 dk.
Takip EtGoogle News

Beş yıl önce 15 Temmuz 2016 akşamı savaş zamanı bile yaşanabilmesi zor olan bir vahşeti yaşadık. Fetullah Gülen isimli ABD güdümündeki İslami Tarikat liderinin terör örgütü kendi halkına ateş açtı. Türk askeri tarihi bu kadar karanlık bir 14 saati hiçbir zaman yaşamadı. Silahlı Çatışma Hukuku -diğer adıyla harp hukuku- bile düşman ülkedeki masum sivillerin harp zamanı öldürülmesini yasaklar. FETÖ’nün Anadolu topraklarında doğmuş, suyunu içmiş ve havasını solumuş ancak ruhu, aklı ve kalbi satın alınmış, İslam adına emperyalizme hizmet etmeye adanmış militanları acımadan halka ateş açtı. Anadolu halkı Osmanlının gerilemesi sonrasında işgaller ve iç savaşlar gördü. Toplu katliamlara uğradı. Ancak 1919’da başlayan büyük bir ulusal kurtuluş savaşı ve onu takip eden devrimlerle 1923’te büyük bir cumhuriyet kurdu. Cumhuriyetin en büyük özelliği geçmişin dersleri ışığında hataları tekrar ettirmemek ve halkına bir daha ne toprak ne can ne de onur kaybı yaşatmamaktı. Ama olmadı Mustafa Kemal’in kaybından ve özellikle 1946 sonrası adım adım emperyalizmin tuzaklarına çekilen bu güzel ülke, sonunda kendi ordusuna sızmış ABD destekli emperyal bir çetenin kendi halkına ateş açtığını da gördü.

DİN ÜZERİNDEN BÖLMEK VE YÖNETMEK

18. yüzyıl sonunda başlayan Sanayi Devrimleri sonrası kaderimiz milli gücümüzün değil, coğrafyamızın bir fonksiyonu oldu. Tarihimizi Osmanlı Saraylarında alınan kararlar değil, büyük güçlerin mücadelesinde coğrafyamız belirledi.
16. Yüzyıl sonrası Protestanlık üzerinden
Vatikan’a meydan okuyarak tutucu Katolikliğin
temsil ettiği dini, toplumsal ve siyasi alandan vicdan alanına itmeyi başaran İngiltere, donanması, ordusu,
bilimsel liderliği, teknolojik üstünlüğü ve
kurduğu kapitalist ticaret ağları sayesinde dünya siyasi
tarihinin bugününü şekillendiren emsalsiz bir güce
sahip oldu. Ülkeler kurdu veya yıktı.
Cetvelle haritalar çizdi. Kendi başına büyük
bela olan din taassubu ve sekteryan dinciliği
reformlar ve kanlı hesaplaşmalar üzerinden
yıktıktan sonra, din silahını geri kalmış
İslam aleminde uyguladı.
İslam dinini, sömürdüğü geniş coğrafyayı bölmek,
yönetmek ve ulus bilincini yok etmek için kullandı.
Arap aleminin geri kalmışlığı ve bölünmüşlüğünü jeopolitik çıkarları için kolayca kullandı.
Kendi ürettiği, beslediği ve yetiştirdiği işbirlikçiler ile sözde din alimleri vasıtasıyla İslam alemini tarikatlar ve kabileler üzerinden böldüler.
Akıl yerine İmam Gazali’nin nakil ekolünü seçen,
Türklük yerine Osmanlılık gibi bir hanedan
kimliğini seçen Osmanlı İmparatorluğu da
bu büyük oyundan payını aldı.
Böylece aydınlanma, rönesans ve reformdan
payını alamayan; askeri, ekonomik ve siyasi
bir güç olamayan Osmanlı, kâğıt üzerinde
geri kalmış bir tarım imparatorluğu olarak sonlandırılmayı bekledi.

TAMPON BİR İMPARATORLUK

Ancak o kadar önemli bir coğrafyaya sahipti ki, Britanya Kralları ve kraliçeleri çöken Osmanlıya “coup de grace” için acele etmedi. Zira büyük bir Avrasya gücü olan Rusya’nın güneye yani Akdeniz’e inişini hem coğrafyası hem kanı ile durdurabiliyordu. Yani bir tampon devletti. Rusya karşısında zorda kalırsa Kraliyet Donanması Çanakkale’den içeri giriyordu.
Osmanlının çevre coğrafyası da İngiliz hegemonyasına göre şekillendiriliyordu. Yunanistan’ın kurulması,
Mısır’da reformist Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın devrilmesi, Süveyş Kanalı Yolu açıldıktan sonra
1877-78 (93) harbi sonrası Rusya’nın İstanbul’a çökmesini önleme karşılığında Kıbrıs ve Mısır’a el konulması gibi düzenlemeler Londra çevresi için olağan şeylerdi.
1907’ye kadar temel jeopolitik felsefe buydu.
Ancak Almanya’nın birleşmesi ve 1900 sonrası
büyük bir deniz gücü olarak tarih sahnesine
çıkması her şeyi değiştirdi.
Ada devleti ve deniz gücü olarak,
Almanya gibi kara gücü ve aynı zamanda
yükselen bir deniz devini Fransa ile zoraki iş
birliğine gitse bile durduramayacağını görüyordu.
1908‘de Reval ’de Rusya ile yakınlaşmaya karar verdiler. Karşılığında Osmanlı parçalanacak ve
Rusya’ya aslan payı verilecekti.

BÜYÜK ÇÖKÜŞ VE İŞGAL

Sonrası malum: İtalya, Balkan Savaşları ve
Birinci Dünya Savaşı ile geri çekilen ve teslim
olan Osmanlı ve Anadolu’yu terk etme aşamasına
gelen Türkler. 1917 Sovyet devrimi ve
Atatürk’ün büyük isyanı ile oyunun bozulması.
Kurtuluş ve Kuruluş sonrası tarih sahnesine
yeni kimlikle ve cumhuriyet ile çıkan Türkler ve Türkiye.
Atatürk 1923-1938 arasında Türkiye’nin
coğrafyasını ve ulusal gücünü sadece
Türk halkı için kullandı. Artık 18. yüzyıl
sonrasının tampon devleti yoktu.
SSCB ile stratejik iş birliği sağlanmış,
Balkan Antantı ve Sadabat Paktları ile
sınırlarımızın etrafında güvenlik kuşağı yaratılmıştı.

ATATÜRK SONRASI ATLANTİK SİSTEME TESLİMİYET VE YENİDEN TAMPON DEVLET


Atatürk sonrasında Türkiye, sert jeopolitik ve siyasi savrulma yaşadı. Ardından gelen İkinci Dünya Savaşı sonrası
İngiltere’den hegemonya vardiyasını ABD aldı.
Ancak önemli bir fark vardı.
ABD hem kara hem deniz hem de nükleer bir güçtü.
1946 sonrası İnönü ve dönemin iktidarı
sayesinde Atlantik İttifakında yer alan Türkiye,
bu kez SSCB’nin güneye inmesini engelleyecek
tampon olma rolünü seçti.
Kenar kuşağın en önemli unsuru olarak Sovyetlerin çevrelenmesinde rol ve sorumluluk verilmişti.

ADIM ADIM ATATÜRK’TEN UZAKLAŞAN TÜRKİYE

Bunun için ideolojik ortam hazırlanmalıydı.
Önce Türk komünist ve sosyalistlerle
Sovyet dostluk yanlıları sonra sırasıyla Kemalistler ve Atatürkçüler sindirildi.
1952’de NATO’ya girince devletin en
önemli kurum ve kuruluşları, akademi dünyası
ve medya adım adım Atlantik ittifakının ve
ABD güdümündeki askeri politik doktrinin
kontrolüne girdi.
Ne zaman milli çıkarlarımız söz konusu olsa ABD/NATO jeopolitiği, Türk jeopolitiğine müdahale etti.
Soğuk savaş sırasında çok başarılı Kıbrıs Barış Harekâtı
ile Ege’de statükoyu korumaya yönelik milli
jeopolitik hamlelerimiz olsa da bu hamleleri
kesin jeopolitik sonuçlara dönüştüremedik.
Atlantik baskısı ve korkusu ile emperyalizmin
Türkiye’deki işbirlikçileri 24 Ocak 1980 sonrası üretim ekonomisini terk etti. Orta Asya köklerimizdeki
Türk tarihini ABD yönlendirmesi ile
Türk-İslam sentezi üzerinden başkalaştırdılar.
Millet yerine ümmet ikamesine izin verdiler.
Yine, AB ve ABD tavsiyelerine uyarak
etnik ve dinsel bölünmeye fırsat sağlayacak
siyaset iklimini yarattılar.
Bizi birbirimize düşürdüler.
Kendimize olan güvenimizi içi boş batı
hayranlığı ile doldurdular.

EN BÜYÜK DARBE ÖĞRETİM VE EĞİTİME

12 Eylül 1980’den sonra milli eğitim müfredatında
köklü gerici değişiklikler yapıldı.
Bu süreç devam ederken FETÖ müritlerinin
kulağına en kolay insan gücü kaynağı
olarak “dershaneler, okullar” fısıldandı.
FETÖ’nün Türkiye’de bürokratik çevrimleri ele
geçirmesi için gerekli insan gücü bu okullardan
sağlanacaktı. Ancak FETÖ engellerle karşılaştı.
1996-2002 yılları arasında ülkede
yüzlerce FETÖ dershanesi, yurdu ve okulu
MEB müfettişleri tarafından kapatıldı.
2003’ten sonra FETÖ okullarından
yetişen öğretmenleri bu kez müfettiş yaptılar ve insan gücü sağlama ideallerine hız kesmeden devam ettiler.
Zira insan kaynağı olmadan hiçbir şey
olamazdı. FETÖ okuluna küçük yaşta giren
çocukların ileride ne olacaklarına
karar veren “abiler” vardı.
Bu abiler çocukları asker mi, polis mi, avukat mı, bürokrat mı olacaklarına karar veriyorlardı. Bu çocuklar bir yandan küçük yaşlarda asker nefreti ile yetiştirilirken bir taraftan da “sahte vatanseverler” olarak yetiştirildiler.
Onlar için TSK ana hedefti.
Dershane ve okullarından el ettikleri insan gücünü ana hedeflerine kanalize ettiler.
Asıl hedef ordu ve donanmadaki
Kemalist General, Amiral ve subayları tasfiye etmekti.
Başardılar da!

FETÖ’NÜN HEDEFİ MAVİ VATAN

90’larla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönemde
Atlantik sistem zafer sarhoşluğu ile daha da saldırganlaştı. Dönem hükümetleri biat ettiler.
11 Eylül 2001 sonrası Amerikan emperyalizmi
yakın çevremizde sınır tanımayan büyük projelere girdi.
Sonuç yıkım, kan ve göz yaşı oldu.
Emperyalizm FETÖ ve işbirlikçileriyle Türk Boğazları,
Deniz Yetki Alanlarımız,
KKTC’nin bağımsız varlığı üzerinde şekillenen
Mavi Vatanı hedef aldı. 2004 baharında
KKTC’nin sonunu getirecek Annan Planına Yes be annem dedirttiler.
2004 yılından itibaren ortaya tam anlamıyla çıkan,
Anadolu’yu Ege ve Doğu Akdeniz’den koparan
Seville Haritasını piyasaya sürdüler.
Aynı süreçte Kıbrıs, Karadeniz, Ege ve
Akdeniz’de milli çıkarlarımızı koruyan Atatürk’ün
Amirallerine ve deniz subaylarına FETÖ ve kamudaki işbirlikçileriyle kumpas kurulmasını yöneterek,
uğursuz alçak tarikatın kılcal damarlarımıza
kadar girmesini sağladılar.

15 TEMMUZ’UN HEDEFİ

Sonuçta FETÖ tarafından ele geçirilen kamunun tüm gücü kullanılarak TSK teslim alındı ve kadroları
Atatürk ve millet düşmanı emperyalizm uşağı
FETÖ militanlarıyla dolduruldu.
Halbuki Cumhuriyet ordusunun ideolojisi Mustafa Kemal ve onun temsil ettiği Cumhuriyetin kurucu değerleriydi.
12 Mart ve 12 Eylül TSK’yı sola kapattı.
Daha sonra Atatürkçülere kapalı hale geldi.
Balyoz ve Ergenekon’da bu süreç tepe yaptı.
Devletin çıkarlarını düşünen Kemalistleri yok ettiler.
Yerlerine de emperyalizm çıkarları için
halkına ateş açan generaller, selameti kaçmakta
bulan amiraller getirildi.
15 Temmuz sürecini hazırlayan dönemde ABD korkusu ile yüksek komuta kademesi de çok büyük hatalar yaptı.
FETÖ ve işbirlikçilerinin kamu gücünü kullanarak
sahte delil ve sözde bilirkişi raporları ile
vatanseverleri hapsettiği, intihara zorladığı,
en gizli savaş planlarının ek delil klasörlerinde
ortaya saçıldığı günlerde hukuka saygılıyız 
aldatmacasıyla darmadağın oldular.
Eğer 15 Temmuz darbe teşebbüsü başarılı olsaydı
bugün 16. Türk devleti olmayacaktı.
Zira, bu darbenin hedefi, Türkiye’yi hegemonyanın
istediği jeopolitik rotaya çevirmekti.
BOP ’un gerektirdiği sınıfsal, toplumsal, siyasal şekillendirmelerin hızlandırılmasıydı.
Belki bir iç savaş olacaktı. Türkiye parçalanma sürecine girecekti.

İHANET VE KÖTÜLÜK ŞAMPİYONU

Bugün adını koyalım. Sadece Cumhuriyet tarihinin değil,
Türk tarihinin en büyük ihanet ve kötülüğünün
şampiyonu Fethullahçı yapılanma olmuştur.
Ona bilerek veya bilmeden alkış tutan,
maddi veya manevi yardım yapanlar
bu kötülüğe ortak olmuşlardır.
Emperyalizmin tetikçisi, kumpas kurucu,
devlet yıkıcı, nifak sokucu özelliklere sahip
Fethullah Gülen liderliğindeki FETÖ kanserinden
kurtulmak cumhuriyetin en önemli hedefi
olmalıdır. Zira FETÖ ve temsil ettiği sistem
halen faaldir. Medyada, akademi dünyasında ve
siyasette değişik maskeler ve kimlikler
altında aktiftirler.
İktidar siyaset bacağında üst seviye FETÖ
destekçilerinin üzerine gitmemiştir.
Başta Balyoz ve Ergenekon kumpasları olmak
üzere bu süreçlere destek sağlayan,
FETÖ liderine methiyeler düzen kadrolar
15 Temmuz sonrası FETÖ mücadelesinden etkilenmemiştir. FETÖ ile mücadelede ciddi yanlışların ve suiistimallerin yapıldığı medyaya yansımıştır. Unutulmamalıdır ki FETÖ tipi yapılar ile mücadele dönemsel ve konjonktürel olamaz.
Sürekli, uzun soluklu, istikrarlı, adil ve dengeli olmalıdır.

FETÖ İLE SAVAŞTA EN BÜYÜK PANZEHİR MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’TÜR

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden 2 hafta sonra
31 Temmuz’da yazdığım makalede şunları söylemiştim: “İktidar, tüm kesimleri
kucaklayarak liyakat, bilim ve aklı öne
çıkaran yeni bir siyasi sistemin önünü
açmalıdır. Dinin ortak payda olamayacağı,
aksine düşmanlık ve kutuplaşmayı artıracağı
FETÖ’nün İslam referanslı iktidara saldırması
ile ortaya çıkmıştır.
Bu zor dönemde Laiklik ve Mustafa Kemal’in
çimento olarak kitleleri birleştirici özelliği
sonuna kadar kullanılmalıdır.
Artık Türkiye’de sağcı, solcu, dinci, laik,
Türk, Kürt ayrışması yapılmamalıdır.
Her kesim milli düşünmeli ve gayri milli emperyal cepheye tavır almalıdır.
Milli cephenin bugüne kadar ölümsüz
lideri Atatürk olmuştur.
Bugün 15 Temmuz suikastı sonrası,
iktidar partisini kendisine oy vermeyen
milyonlarla asgari müşterekte birleştirecek
unsur, millici uyanışla devleti koruma refleksi ve
Atatürk olmalıdır.
Zira dönemin koşulları Atatürk’ün
emperyalizmle savaştığı koşullara
benzemektedir.
Türkiye tarihsel tecrübesini kullanmalı
ve kurucu ideolojinin temellerine geri dönmelidir.”

BUGÜN AYNI ÖNERİMİ YİNELİYORUM

İktidarı ve muhalefeti Cumhuriyet ve Atatürk’te
buluşmaya davet ediyorum.
Zira geçirdiğimiz bu zor dönemde tek kurtuluş
reçetesi 100 yıl önce Anadolu’dan ve tarihten
silinme aşamasına gelen Türkleri ve vatanı
kurtaran ideolojiye geri dönmektir.
Emperyalizmin gücü ile değil, Kemalizm’de
vücut bulan kurtuluş ve kuruluşun devrimci,
onurlu, namuslu, şeffaf değerleri ile ayakta kalabiliriz.
Türk dünyasının denize çıkışı olan tek yarımada devletini, Türkün son kalesi Anadolu’yu
emperyalizm ile iş birliği içinde değil,
Atatürk ile iş birliği içinde koruyup geliştirebiliriz.

 

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.